Hakkımda Uzunca...

Konya-Beyşehir’de Eylül ayının dördünde dünyaya gözlerimi açmışım. Anne ve baba tarafı geniş olan bir ailenin içine doğmuşum. Anne tarafından dedem 1949’da “İkinci Dünya Savaşı gazisi” olarak Türkiye’ye - Beyşehir’e göç etmiş bir Kafkasyalı (İnguş), anneannem 80 yaşında bile Kabardey olmanın bütün asaletini hala içinde+dışında taşıyan bir Kafkasyalı. Baba tarafından dedem altı yaşındayken, babası Çanakkale Harbi'nden dönmeyince ailesiyle Antalya-Aksekibradı’dan Beyşehir’e göç etmiş ileri görüş, zeki, yardımsever bir tüccar, babaannem Beyşehirli, 8 çocuklu, tombik bir anne.
Ben, iki kız kardeşim ve erkek kardeşim Beyşehir’de iyi tanınan bir ailenin torunları, çocukları olarak büyüdük. Başarılı bir ögrencilik hayatının içindeyken yaş oldu 18. Sınav zamanı, seçim yaşı gelip çatınca Beyşehir bana dar geldi. Hatta Konya bile… Ne istediğimi çok iyi bildiğim halde önümdeki hayata dair kocaman belirsizlik beni başka şeyler seçmeye itti. İletişim Fakültesi yerine İktisat Fakültesi...
İstemesem de “başa gelen çekilir, hakkıyla bir bitireyim önce şu okulu” diyerek, gereksiz bir sorumluluk hareketiyle dört yılda başarılı şekilde bitirdim İstanbul Üniversitesi İktisat’ı. Mezun olunca baktım ki iş bulamıyorum bari İngilizcemi geliştireyim diyerek Amerika’ya gittim. Şu Amerika nedense bana acayip pozitif enerji yüklüyor. Bu enerjinin etkisiyle sanırım, tesadüfen bir halkla ilişkiler ajansında işe başladım. İletişim sektörünün bir basamağına adım atmış oldum. Benim için okul gibi olan bu ajans deneyiminden sonra, uluslararası firmalarla da çalışma şansı yakalamak için daha büyük ölçekli bir ajansa geçtim. Gayet başarılı bir şekilde ilerlerken 1999 depremini yaşadık. Benim kendi içimde, kalbimde, beynimde de deprem yılı oldu 99-2000. Yaptığım iş, firmaların istekleri, hepsi bana uzak ve soğuk gelmeye başladı. Firmaların ya da insanların aslında başkalarına iyilik olsun diye değil, kendilerine iyilik olsun diye o “başkalarını kullandıklarını hissetmek ve şünmek beni halkla ilişkilerden uzaklaştırdı.
Hazır uzaklaşmışken ertelediğimiz ğünümüzü yapalım, evimizi kuralım dedik eşimle. Sonra tam televizyonculuk kariyerime adım atacakken ilk bebeğimin geleceğini ögrendim. İçimde yeni kariyerim için o kadar yoğun bir heyecan varken biraz beklemem gerekiyordu. Çünkü annelik en büyük sorumluluktu, bir şeyleri kaçırdığınızda başa saramayacağınız bir roldü ve Eren’imin bana ihtiyacı olacaktı.
Eren 1 yaşına geldiğinde “yeteeeer! diyerek yine Amerika’nın yolunu tuttum. Eşimle ve oğlumla bir yıl, eşimsiz ama oğlumla 1.5 yıl Amerika’da yaşadım. (bana kalsa bu satırları şu anda oradan yazıyor olurdum. Ama klavyede Türkçe karakter sorunu olacağı için gelip buradan yazayım istedimJ )Peki, Amerika’da ne yaptım ? Önce bir dönem dil eğitimi aldım . Türklerin “dükkan”larında çalıştım ve bundan çok keyif aldım. Ardından New York University’de televizyon programcılığı sertifika programına gittim. Gönül isterdi ki mastır falan yapayım, ama hem yeterli para yok hem de kucakta 2 yaşında dünya tatlısı bir çocuk var. Yine de kendime başka bir fırsat yarattım ve TRT INT’de yayınlanan, yeni kariyerimde bana farklı bakış ıları kazandıran “Yeni Ufuklar” programının ekibiyle çalıştım.
Türkiye’ye döndüğümde yaşıma başıma bakmadan, hiç çekinmeden, cesaretle TRT’ye staj başvurusunda bulundum. Neyse ki yaşımı hiç göstermiyorum. (hatta nüfus cüzdanımı bizimkiler ben doğmadan 10 sene önce mi çıkarttılar diye şünüyorum bazenJ ) Görüntüden kurtaracağımı bildiğim için cesaretle çaldım TRT’nin kapısını. Ama yine de esprilere maruz kalmaktan kurtulamadım. Nasıl mı? Stajlar genelde yazın yapılır ya, ben Ekim’de başlayınca staja, tanıştığım insanlar “bu mevsimde ne stajyeri, turfanda mısın? diye espri yapıyorlardı. Oysaki bir de yaşımı bilseler asıl espri yapılacak noktanın mevsimde değil de senede olduğunu anlayacaklardıJ Staj döneminde kendimden yaşça küçüklerden iş ögrenmekten, bilmediklerimi sormaktan, kaset taşımaktan hiç rahatsızlık duymadım. Bunu ve azmimi gördükleri için benimle sürekli çalışmak istediklerini söylediler ve 2 yıl TRT’li oldum.
Sonra yine hamilelik, yine işe mola… Oğlumun kardeşi olsun istedim, gerçi ben istemesem de o bana rahat vermezdi, kardeşi olmasını çok istiyordu. Hem de 1000 tane istiyor?? Selin’imi de kucağımıza aldık, ailemize dahil ettik.
Bu arada ben artık yalnızca anne değildim, aynı zamanda bir veliydim. Eren 2. sınıfa giderken gördüm ki lise bitinceye kadar hep benzer konular işlenmesine rağmen üniversite sınavında ögrencilerimizin başarı oranı çok şük. Nedenini merak ettim, araştırdım. Bizim eğitim sistemimizde birçok eksikliğe ilave olarak ögrenmeyi ögretmiyorlarmış çocuklara. Boşuna hamallık yaptırıyorlarmış, ama çocuklar sonuçta karşılığını alamıyorlarmış. İşte bu yüzden ögrenci koçluğu eğitimi almaya, oğluma, kızıma ve ulaşabildiğim tüm ögrencilere yararlı olmaya karar verdim.
Televizyonculuk mu? Asla vazgeçmiyorum. Hem ögrenci koçluğunu hem de televizyonculuğu bir arada yürüteceğim. Annelik zaten nefes aldığım sürece, belki ondan sonra bile tarifsiz bir sevgi ve mutlulukla devam edecek benim için…